11 Aralık 2008 Perşembe

istanbula özlemim arattırdı,bulduklarım...


İnanıyorum ki,

İstanbul’a ya bir şeylerden kaçarak varılır

ya da gün gelir ondan

kaçılır.

Elif Şafak



İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

Bedri Rahmi Eyüboğlu


Evin içinde bir oda, odada İstanbul..
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul..
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı..
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul..
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm..
Çekmeye başladı, oltada İstanbul..
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir ??
Şişede İstanbul, masada İstanbul..
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık !!
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul..
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım..
Nereye gidersen git, orada İstanbul..

ümit yaşar oğuzcan


yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü
kavim göçlerinden bu yana ağlayan
ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında
ezgiler çalan, çaldıran, yakalatan
adı bende gizli bir kadındı istanbul..

yılmaz erdoğan


ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaranlarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine İstanbulsan
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbulsan
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbulsan
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylülünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık

Attila İlhan



boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bekle bizi
büyük ve sakin süleymaniyenle bekle
parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
mavi denizlerine yaslanmış
beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
ve bir kuruşa yenihayat satan
tophanenin karanlık sokaklarında
koyunkoyuna yatan
kirli çocuklarınla bekle bizi
bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
bekle dinamiti tarihin
bekle yumruklarımız
haramilerin saltanıtını yıksın
bekle o günler gelsin istanbul bekle
sen bize lâyıksın...

vedat türkali



“Bir kez yağmur yağmaya görsün bu şehirde Bir rüzgar esmeye görsün sokaklarından İstanbul

Gönül ufuklarımızda alvler tutuşur

Süt beyaz sevgilerimizden iri güller açar

Tutup üç milyar insanın burunlarından gezdiriyoruz

Bir kez yağmur yağmaya görsün bu şehirde

-Şimşekler çakıyoruz-

İstiklal Caddesinde neon lambaları yanar

Neon lambalarındaki renkleri çaldık bir gece

Sazımıza takıp gerdik ebemkuşağına inat

Kırk gün kır gece şarkılar besteledik bayram havalarından

Kırk gün kır gece Galata köprüsünden geçtik

Bitiremedik

Şarap yüklü gemiler geçer denizlerinden

Sarhoş direkleri usul usul gökyüzünü yırtar

Şangur şungur yıldızlar boşalır üstümüze

Çıngıraklar çalar beş duyunuzun peşinde çıngıraklar

Seferber olur tekmil duygularımız

Çıldırırdık...

Hele gecelerin yok mu?İstanbul’um gecelerin

Bir pelerin gibi sırtımıza alıp karanlıkları

Ak köpüklü atlarına binip masmavi boğazın

Dudaklarımızda sevda türküleri

Cümbüşlü kıyılarında eriyip kaybolduğumuz

Bir rüyadan uyanırcasına yorgun düşüyoruz

Gözlerimiz çapak çapak mutluluktan

Meğersem sabah olmuş İstanbul’um gündüz olmuş

Sımsıcak güneşin öper alınlarımızdan

Kıyısıya yaşamaların en güzelini sende tattık

Delinmiş bir kez ömür tasımız varsın delinsin

Bir aynalardır kalleş çıkan dostluğumuza neylersin

Aynalar aynalar alıp başınızı gitseniz

X

Sofular gibiydik camilerinde İstanbul

En iri tesbihler bizim parmaklarımızda şakırdardı

Tanrıya en yakın bir yerde bizdik diz çöken

Oysa yine bizdik en son çıkan meyhanelerden

Avuçlarımızda avuçlarımızla kaynaşır kadehler

Bir türlü bırakamazdık

Isındıkça ısınır dudaklarımız ellerimiz-ayaklarımız

Geceyle gündüz arasında ezilen bir tarafımız vardı

Anlayamazdık

Adınla başlar en güzel öyküleri anılarımızın

Adınla tatlanır dilimiz

İstanbul

Meyhane meyhane cami cami sevdiğimiz

X

Altın kulelerini birbirine ekledik bir gece

Üstüne çıkıp soluk soluğa kaldığımız

İpekli bir atkıymış gibi bulutlarını

Boynumuza doladığımız

Seni bir kuş bakışında bir daha bir daha seviyoruz

İri bir göz gibisin kara mı kara sürmeli

Akında zenginler oturmuş karanda biz

Ne çıkar ne çıkar İstanbul’um

Gözbebeklerindeyiz.

Bir beşinci mevsimi aratmaz mevsimlerin

Mevsimler ki cömerttir avuçları

Mevsimler ki dört kız kardeşe benzerler bildiğimiz

Mevsimler ki tutup birer birer gögüslerinden emdiğimiz

X

Beynimizi tüketmiştik işin kötüsü

Beynimizi çoktan tüketmiştik

Kafatasımızın boşluğunda şehirler koşuyordu

Şehirler arasında İstanbul koşuyordu

İstanbul’a karşı Paris

İstanbul’a karşı Newyork

İstanbul’a karşı Lizbon, Roma, Şanghay

Bütün servetimizi İstanbul’a yatırmıştık umutluyduk

Bire karşı on

On’a karşı yüz

Yüz’e karşı hayatımızı koyuyorduk

Taş kesilmiş göz bebeklerimiz oyuklarında

Taş kesilmiş ellerimiz-ayaklarımız

Kalbimiz birer saatli bombaymış gibi koltuğumuzun altında

İstanbul için yazılmış bütün şiirleri okuyorduk

Yorgunduk yoksulduk açtık

Eğer bu yağmur olmasaydı eğer bu rüzgar olmasaydı

Eğer bu geceler olmasaydı

Sen olmasaydın eğer İstanbul

Bir koç gibi toslayan zamanı avuçlarımızla durdururduk

Güneş lambasını yakıyordu ufukta

Bir de bakıyoruz en önde İstanbul

Biz kazanıyorduk

X

Aradan aylar geçti İstanbul’um yıllar geçti

Biz bildiğin çocuklar değiliz artık bak

Yine o yağmurlu günlerini özlüyoruz arıyoruz

Ki farkedilmesin gözyaşlarımız yanaklarımızda

Ağlıyoruz....”

Ayhan KIRDAR

4 Aralık 2008 Perşembe

omuzlarımda ağırlıklarım



Yazmıyor muyum,hayır elbet yazıyorum,hem öyle şeyler ki yayınlayamıyorum.kendimle hesaplaşma çünkü çoğu,derin bir karmaşa çünkü çoğu,birgün başka bir gün bambaşka çünkü çoğu...hayat çünkü çoğu.ama bugün,kapımı çalmayanları,halimi sormayanları bir yana bıraktırdı bana iki cümle.700 küsür km uzaktan yetişip yakama yapıştı,iki küçük kelime,bana kim olduğumu,nerden geldiğimi hatırlattı,anlamsız,minnacık iki küçük kelime.anlamını sadece beş kişinin bilebileceği,sadece beş kişinin kalbini delebileceği iki küçük kelime.tek başına birşey ifade etmez iken,ardına ve önüne eklenen yıllarla,anlarla,laflarla ne anlama geldiği anlaşılabilen iki gürültülü kelime...omuzlarım ağırlaştı birden,dizlerim sanki yere yaklaştı.çözümsüzlük öyle bir andı ki,insanı kifayetsiz kılardı.kalbini dayayacak bi bucak bulabilseydi insanoğlu,ah keşke bi sığınak olabilseydi herkesin sığınmak istediği yerden kaçabilmek için...hayat çelişki dolu bir yerdi işte daha kim inkar etsin.her günü yeni bir kederdi....

5 Kasım 2008 Çarşamba

AŞK NEDİR?

bi yerde okuduğum bu yazı beni çok güldürdü bugün,biraz da geyik havamdayım galiba.paylaşmak istedim:)....



"aşk nedir:
kompülsyondur zira onun aklını alabilmek için onun istkleri doğrultusunda hayatına yön verirsin en ufak otonomine toleransın kalmaz
manidir çünkü o gün yüzüne gülümsediyse baban ölse umrunda olmaz
multipl kişilik bozukluğudur çünkü her gece yatakta onu düşünmemek için allaha yalvarır onu artık sevmeyeceğine kendini inandırır gördüğün ilk yerde bambaşka bir adam olur yine eski haline dönersin
paranoyadır yanından geçen biriyle ilişkisi olduğunu düşünür olmadık hayaller kurarsın dediği her laftan (ben börek yedim dese bile) bi mana ararsın
obsesyondur zira 15 snde bir telefonu kontrol eder aradımı acaba diye kafayı çizersin
depresyondur zira onun karşısında değersiz hissedersin kendini ileri evrede sirozdur ac kanseridir kısacası aşk sağlıklı insan işi değildir"

23 Ekim 2008 Perşembe

pişmanlığım


sürprizlerle dolmuş keseden,
bana düşen beklemek.
bi vakit var çünkü biliyorum.
ama şimdi değil demek.
üzgünüm elbet,hangi insan üzülmez.
geldiğim noktaya bakınca hatta,
değil sadece üzgün,
pişmanım.
söylemesi en zor lafım:
pişmanlığım.
ama "kader"de koklamak varmış bunları da.
kaderde durmak varmış,koşmadan duramayan benim için,
durmak ve alkışlamak varmış uzaktan dostalarımı.
onların sevincini paylaşamamak varmış,
hissettiğim hüznün gölgesinde.
ama bana düşen beklemek.
bi vakit var çünkü biliyorum.
işte o vakit aklayamıyorum geçmişimi.
hep duvarlarla sarılıyor savunmalarım.
değil hissedilene,hissettiğine düşman kesiliyor insan.
bi söylenmemiş söz kalıyor ellerimde,
hiç söylenmiyecek söz
biriktiriyorum biriktirdiklerimle..
"pişmanlık" kulluksa eğer,
bir ona şükrediyorum.
kul olduğumu hissediyorum.
ama bana düşen beklemek.
bi vakit var çünkü biliyorum...

21 Ekim 2008 Salı

boş kuyularım ve kitaplarım...




yorgun düşen bedenimi,zamanın kollarında dinlendiriyorum.her anı kayda değer yaşanılan zamanları kokladıktan sonra,ömür ömür gibi anlam kazandıktan sonra,insan beyni ordan oraya koşmaktan düşünmeye zaman bulamadıktan sonra,ama aynı insan ruhu o yoğunluklar arasına bile en küçük bi durmada içine yeni taşlar atmaya çalıştıktan sonra "boş"kuyuların...gözlerimi herkes gibi uykularda avutmak şimdilerde payıma düşen,çokşükür.karmaşa,kargaşa,hastalarım,sözler,ambulans,gebe,yanık,ilaçlar,ilaçlar,ilaçlar...
hayatım bunlar.ve şimdilerde bu karmaşamın arasına sıkıştırmaya çalıştığım kitaplarım.koynunda yıllarımı dinlendirdiğim,bin bir derdimi dillendirdiğim,hüzünlerimden bile bilgiler emdiğim kitaplarım.yine kollarına geldim senin,nice hasretliklerden sonra.yine dizlerimi kırıp rahlene,senden öğrenmeye geldim unuttuklarımı.bir sevda peşinde yollara savurduklarımı.toplamaya geldim eteklerinden ilmimi,geri almaya geldim sana verdiklerimi...

9 Ekim 2008 Perşembe

hali pür melalim:)


bir sabah uyanırsın uykularından,yaşamışlığına,ardına bakarsın.şaşar kalırsın...nasıl anlar geçirmiş,nelerle kalbini paramparça etmişliğine inanamazsın.her an,o anda kalmıştır.sabır dediğin,feryat figan ettiğin ya rabbin merhametini öyle celbetmiştir ki,onun çözümleri için zaman kavramı kalmamıştır.yahut bilmediğin hangi dostun rabbinin nazlı kuludur da,adına yapmış olduğu dua kabul olmuştur.ve kayıt düşmek istersin gecelere,günlere,hecelere..kalp dediğin et parçası parçalanmaya görsün bi kere,canın yanmaya görsün en derinden,geçmez sanma hiçbir vakit.geçer hem de öyle bi geçer ki,bi sabah kalkar acını yerinde bulamazsın.bi yorgunluk kalmıştır ondan geriye sadece,gözlerinde gözyaşı bezlerin ve kalbin fazla mesai ertesi yorgundur,o kadar...artık gün hayatı planlama günüdür,kaldığın yerden belki biraz geriden.eline bi süpürge alır,önce bir bir kırıkları süpürürsün,garip ve yorgun ama huzurlu bi hüznün gölgesinde.bir yandan süpürürken tozlarını,yaşanmış veyahut yaşanmamışların artıklarını,bi yandan telaşı başlamıştır yeni dekorun.hayatın öncelikleri belirlenir,yutkunmak ve nefes almak herhangi bişey olmaya başladığında.kolaydır artık plan yapmak,ideallerini sıralamak,sımsıkı tutunmak işine gücüne.bi gece de böylece sabaha kavuşmaya başlamıştır işte,karanlığında yaşadıkların sadece sana kalır,konuşmak,anlatmak,anmak istemezsin.taa içerde biyerlere gömmek istersin.kalp dediğin o etten evin gideri yoktur malesef,süpürür süpürür derin odacıkların birine gömersin.şimdilik görmemek yeter,zamanla görsen bile üzülmemeyi öğrenirsin...rabbin çözümlerini hayretle ve minnetle tefekkür edersin..

7 Ekim 2008 Salı

AZ KALDI

HER GECENİN BİR SABAHI VAR,HER DÜŞMELER,HER DİBE VURMALAR KALKIŞIN YAKIN OLDUĞUNUN SİNYALLERİ,BİLİRİM...BEN BU BEDENDE OLDUKÇA,KÜLLERİMDEN YENİDEN DOĞABİLİRİM.İBRAHİM GİBİ,YİTİP GİDEN,İSTER GÜNEŞİM OLSUN,İSTER AY,GİDEN OLDUKÇA,BİTEN OLDUKÇA RAB OLAMAZ BİLİRİM.HER YOLUMDA,HER ULAŞILMAZDA,HİÇBİR DOSTUN TELEFONU ÇEKMEZ,HERBİRİ MSN DE GÖZÜKMEZSE BİLE,TELEFONU 7 24 AÇIK OLAN,ULAŞILMASI AN KADAR ÇABUK OLAN SAHİBİMİ BİLMELİYİM.ŞIMARIKLIĞIM İÇİN ONDAN ÖZÜR DİLEMELİ,KENDİMİ AFFETTİRMELİYİM.BİRAZ ZAMAN,BİRAZ SABIR,HAYAT ÇİLE,SABIR İLMEK..BANA VERİLMİŞSE,O'NDAN GELMİŞSE,BENİ O'NSUZLUKLA BİLE İMTİHAN ETMİŞSE,KENDİNDEN MAHRUM YAŞAMANIN KIRINTILARINI TATTIRIP,NE HALE GELDİĞİMİ ÖZBENİME GÖSTERMİŞSE,BENİ HAM İKEN PİŞİRİP SONRA ATEŞLERDE YAKMIŞ İSE VE HİKMETLERİNDEN DE SUAL OLUNMUYORSA...NE DENİR:


SES DEMİR,SU DEMİR VE EKMEK DEMİR
İSTERSEN DEMİRDE MÜHALİ KEMİR
NE GELİR Kİ ELDEN,KADER BU EMİR...


KADER SORGULANMAZ,AMA YAŞAMAYAN ANLAMAZ.AZ KALDI BİLİYORUM,ÇÜNKÜ RAB KALDIRAMAYACAĞINI VERMEZ,VE BEN KALDIRAMIYORUM.HER HALİM İÇİN O'NDAN BİNLERCE KEZ ÖZÜR DİLİYORUM.


Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta

6 Ekim 2008 Pazartesi

sivas otogarı


sivas otogarında,gecenin bi yarısında,hüznümü dağıttığım yollardan arta kalanımı sundum bi dostun kucağına.durdum onda,dindim onda,elimde ayağımda ne kadar hüzün varsa önüne serdim.soğuk bi otogar olmaktan çıktı o vakit o yerleşim benim için,saat gece yarısı olmaktan çıktı,karşımda oturan herhangi biri olmaktan çıktı...yalnızdım ,yıpranmıştım,yanaklarımda tuzları vardı gözlerimden erittiğim aşkların,kalbimde ağırlığı vardı binbir türlü ayrılıkların.nevrozdan psikoza doğru devretmeye başlayan hali pür melalimi dökebileceğim bi dost göndermişti ya bana yaradan,hem de hiç ummadığım bi yerden,sivas otogarından...döktüm içimdeki bütün eyüp yaralarımı,kurt bağlamış,kokuşmuş,anlatılamamış,yarım kalmışlıklarımı.saçmalıklarımı döktüm dostumun avuçlarına,benimle ağlayan benimle gülen yanlarımı döktüm o na.ağırlığımı-hani eskimiş bi bavul misali kendim taşıycam diye inat ederek,yere bırakmayan cahil adam misali yollar boyu,kentler boyu gezdirdiğim-bir kısmını bıraktım ona.anladı mı beni bilmiyorum,anlaşılmak dediğin zaten üç beş laf...hangi dert anlaşılabilir ki aynı zamanı paylaşmadıkça,aynı hüzün aynı dönemde yaşanmadıkça..tahayyül edebildi halimi onu biliyorum,bu bile yetti bana..gece yarısında,sivas otogarında bırakıp dindiğim huzurlu dostumu,koca bi kargaşaya,kalabalık bi yalnızlığa attım kendimi,susar sanıyordum içimdeki zırıldayan çocuk,duyulmaz olur sanıyordum kalbimin sesleri davullar,horonlar arasında.bilmiyordum ki dışardaki ses arttıkça artacak içimin sesi,bi inatlaşmaya dönüşecek,hayal dediğim garip şey beni hiç terketmeyecek...meğer 2 kişilik soğuk sivas otogarından daha soğukmuş onlar,yirmiler,sesler...

sana öyle ihtiyacım vardi ki güzel dostum,belki de sırf o gün için rab senin yollarını sivasla kesiştirdi...kim bilir,yaşanılan her olayın hikmetini kim bilir.yalnızlıkların,kalbe sirayet eden karmaşık duyguların,kırıkların,yaraların ve uzaak yolların hikmetini kim bilebilir...

27 Eylül 2008 Cumartesi

elveda




tarifi yok içimdeki hüznün,yalnızlığımın tarifi yok,içimdeki acının kelimeye gelir bi hali yok.ne yazsam,ne söylesem hep eksik kalıcak bişeyler.rabbim bitecek mi benim içimdeki bu derin hüzünler.bugün herkesi yolcu ettim,ev arkadaşımı,iş arkadaşlarımı,komşularımı..apartmanda yalnızım,kainatta yalnızım...rabbim sen kimseyi yalnızlıkla imtihan etme...

24 Eylül 2008 Çarşamba

yanlış adreslerde uyanmaktan yoruldum..


nerde hata yapıyorum ben.nerde hata yapıyorum da hayatım hiç istemediğim bi noktaya doğru gidiyor.dostlarım hayatımın en derin noktası iken,her birini kaybetmemek için ömrümü susmakla,alttan almakla,idare etmekle geçirirken,neden en derin kırılışları onlarla yaşıyorum.kırmamak için kırıldığımı bile gizlerken,mükafatı yalnızlık oluyor.hayatın daha çok başlarında iken o'dan bir cm bile uzak bi hayat yaşamak istemediğimi söylemişken nasıl oluyor da adını anmayı unuttuğum kocaman saatlere imza atıyorum.işimi en güzel şekilde yapmak bütün hayalimken nerde yanlış yapıyorum da sonuçlar hayallerim olmuyor.kalbimde geçmiş ve geleceğe yetecek kadar sevgi varken nerde yanlış yapıyorum da sevdiklerimi yakınımda tutmayı beceremiyorum.içten pazarlığı,yalanı,kini,öc almayı bilmezken,hayatımın her noktasında sadece iyi bir insan olmak varken ne yapıyorum da kırılan,üzülen,örselenen kalbimi tamir etmekle uğraşıyorum her gece.yanlış zamanlamalardan,yanlış insanlardan,yanlış adreslerden o kadar yoruldum ki artık.kulluğu taşımaktan o kadar yoruldum ki artık.o'na çıkmayan yollarda paramparça dizlerimle ağlamaktan o kadar yoruldum ki artık.tutsun da kollarımdan çeksin istiyorum.beni artık bana bırakmasın istiyorum,beni artık bu insanlara bırakmasın istiyorum.karışan yollarımın her noktasına uyarı levhaları koyana,uyarı levhalarını görmezden gelen gözlerimi şikayet ediyor ve varamadığım doğru yolu artık yolum yapmasını istiyorum.ya da ömrümün sonunda ona ulaşmış olmayı.çünkü belki tökezleyen,yara bere içinde kalan,ağlayıp pişman olan "kul" halimi seviyor yaradan...

16 Eylül 2008 Salı

melankoli

uykularım yine bölük pörçük,gecelerim yine gündüze kaydı.melankoli artık ruhumu baydı..ben bile sıkıldım bu halimden artık ama her günüm yeni bi imtihandı.gözlerimin önünden ve hatta ellerimden yeni yıldızlar kaydı.ben baktım,kabul olunmadı itirazım.sükut ettim,çünkü gençtim,çünkü kalbimin gittiği yeri görememekteydim.çünkü irade denen şey beni bırakalı çok olmuştu.çünkü adımlarını sağlam atmak,önünü görmek,ilerisi diye başlayan cümleleri bitirmek benden uzak düşmüştü.o zaman durdum ve hayatımı dondurdum,göremediklerimi görene sordum,bilemediklerimi bilene.karmakarışık halimi ona döktüm,karmaşamdaki her bir ismi döktüm ona tek tek.ayıkla dedim içinden geleceği olanları ve olmayanları...bunca kalabalığımın içinde yine yalnız kalmayı başardım.durdum dedim ya,durdurdum attığım adımları.durdurdum kafamdaki konuşmaları.bir tutam zaman lazım şimdi bana,her türlü çalmak için yaralarıma....

11 Eylül 2008 Perşembe


hayatta internet aracılığıyla tanıştığım tek insan olan sevgili arkadaşım haticenin yazısı bu.ama deseler ki sen yazdın,inanırım.çünkü bazen bazı insanlar söylemek istediklerinizi sizin yerinize öyle güzel der ki...



Bir mesaj alındı...

BİR mesajdım sana gönderilen;okunabilen ama dokunulamayan,dokunulduğunda büyüsü bozulan,
sevgiyi yaşayan ve yaşatan,gözünden girip de kalbine akan...
bir mesajdım gözlerine dokunabilen,özünün gizinde saklanabilen,kalbine nakış nakış işlenen,aşkla işlediğimden acı hissetmediğin ama sen silerken sana feryat ettiren...
bir mesajdım cevap verilemeyen zaten karşılık da beklemeyen...
BİN mesajdım,okundum ve silindim,gözyaşına gizlendim aktım ve gittim...

Bir mesaj silindi...


bir mesaj alınır....üzerine düşeni anlattıktan sonra silinir....yenisi alınır....bu bir devirdaimdir,anlayana çoğu şey bir mesajdır belki...

8 Eylül 2008 Pazartesi

algı bozukluğu?!?

bazen kalbi yerinde diye sevinir insan,atışlarını hissettikçe,aynı kalp hatta belki aynı ritimle atar da attığına pişman ettirir bi his hissettirir başka vakit.aynı qrs lerle aynı p lerle ve aynı ritimlerle çalışıp,apayrı duyguları taşıyan nedir.ne yapar insanoğlu da kendini bu hale getirir.anksiyete başlı başına bi tez ödevi olur o vakit.acep bu kadınlara özel bişey midir diye düşünür dururum hasta profiline bakarak.

iki farklı gün iki farklı dünya haline gelir mi soluk aldığın yer.algı nasıl bişeydir ki her hali baştan şekillendirmeye yeter insanoğlunu.hayatın tüm şifreleri onda gizlenir o vakit.kilitler kilitlenir onunla,ya da bohçalar dökülür.adım dediğin şey bi küçük algı bozukluğu oluverir günün birinde.hayat dediğimiz karmaşa aslında saklambaç oyununun erişkin versiyonudur.herkes ebe herkes sobeleme derdinde.her an yeniden değişir oyuncuları.

her şehir insanın yüzüne yansıyan,her dert insanın soluğuna tutunan,her isim insanın kalbinin duvarlarına asılan,yitip gitmeye mahkumken,şehri yüzünde taşımak,derdi solumak,isimleri ise duvarına biraz hafif yapıştırmak lazım.yılların ve yolların ve hatta şehirlerin izleri yansıdıkça yüzünde,insana bir derviş havası kazandırırken,kalbe asılan her bir isim ise sökülmeye mahkum oldukça onu kimsesizler mezarlığı haline getirmekten başka bi işe yaramaz.ama hayat sana ne kazandırırdıklarına bakmaz.çünkü rab bin imtihanı sadece üzerinde tecelli ettirdiği insanlık sıfatlarını taşıyabilmendir.ben taşımaktan onur duydum...

6 Eylül 2008 Cumartesi

halimi ben anlatamıyorum,başkası anlatsın...

Yalancı bir durakta,
Yabancı bir sevdada indim.
Geçtiğim bütün sokaklara geri dönüp
Söylenmemiş şarkıların yüzüne baktım.
Yanlış mıydı, yanılmış mıydım bilmiyorum
Ama bütün karanlıklara yağan
Yağmurlar gibi dindim.
Baharlar doldu içime,
Sevmeyi bildim…
İçimdeki bütün savaşları
Aşmaya çalışırcasına yiğittim
Uzaktı artık tüm korkular ve maviydi deniz
Geçmiş zaman yüklü bütün gemiler
Yol aldı limandan
Ve yıldızlar örtüyordu gökyüzünü
Fırtınaya inat…
Yüzüm gözüm yaş içinde
Gönül gözüm yas içinde
Bütün çelişkilerimi attım mavi denize

DİLEK KOCATEPE

2 Eylül 2008 Salı

yaprak


nerdeyim,mecburi...hüznümün kağıda düştüğü yerdeyim,yaşımın gözden taştığı,imtihan üzerine imtihanlar eklenirken,sabır taşımın çatlamaya başladığı yerde.mecburide.devlet dairelerinin karmaşasında kaybediyorum gençliğimi,umutlarımı,kimseler duymuyor.kavgam insanlar değil,devlete kafa tutacak kadar,karşıma insanları alacak kadar güçlü değilim.kader deyip beni oradan oraya sürükleyen zihniyete hayıflanıyorum.ve sadece tarihe kayıt düşmek geliyor elimden.şairin dediği gibi ben de hayata yazarak direniyorum.büyüyorum,büyüdükçe içimde bişeyler kırılıyor.yıllar geçtikçe sadece kırılıyor kırılıyor,tamir olan hiçbirşey yok bütün kırılmalara rağmen.bi yaprağa benzetiyorum kendimi o vakit,rüzgarın önüne kattığı karşı koymaya hali olmayan sapsarı solmuş bi yaprak.koparıldığı ağacı arayan ama dönmesi imkansız olan.her ağaç gövdesini koparıldığım sanıp sarıyorum kollarımı ona.ondan da ayırana kadar yeni rüzgar ,avunuyorum,avutuyorum kendimi yeni topraklarla,bana ait olmayan ağaçların kabuktan gövdeleriyle.kalbimin kapılarında sabahlıyor yine gurur,kapıyı çalışlarından uyutmuyor geceler.hergün yeni bi keder,hergün yeni bişeylere şahit oluyorum.yoruluyorum.ömrümün ilkbaharında,takatsiz kalıyorum yaşamaya.takatsizliği paylaşacak arıyorum,nefes alamadığımda,yer ve gök,arz ve arş üzerime doğru kapanmaya başladığında bi sahuru paylaşacak,bi iftarı beraber yapacak dost bulunmadığında,yalnızlığın rabbe mahsus olduğu gerçeğini tasdik eden kul oluyorum.bir küçük cezve halinde,ömrümün haritasına yeni yerler ekleme peşinde,kendimi yorgun bi derviş gibi buluyorum.sabır mı,öğrenene kadar,öğretene kadar rab bana,daha kimbilir neler gelecek başıma.

29 Ağustos 2008 Cuma

saklıkentim


insana yalnızlığını daha bi hatırlatan dostları olur mu hiç.her konuşmasında dünyanın daha da yaşanılası olmadığı imgesini kazıyan içine.çevresinde edinmeye çalıştığı küçük mutlulukların sahteliğini mezar kazıcılığı titizliğiyle gün yüzüne çıkaran.ama her haliyle ne atılan ne satılan,orda biyerlerde hep saklanan dostu olmuşmudur insanın.benim oldu.orda içerimde biyerlerde sakladım onları ömrümün yazından,kışından,ayazından.o beni en yalnız kışlara terketse de ben adını sakladım kapanan yollardan,bitmeyen uzaklardan,geçmeyen yıllardan.eline geçen çeri çöpü bile atamayan biri olarak kimse beklemezdi benden heralde dost diye etiketlenmiş dosyaları atmamı.atamadım.isimler kazınırken ömür defterime,hiçbirini silmedim ben,belki çok nadir defalar üzerini çizdim,ama hatıralarımı katletmedim,silmedim.pişmanlıklar yaşar insan elbet yılları yaşadıkça ve yaşlandıkça,ama ben sözlerimin kölesi etmedim kendimi.o zaman gurur duydum kendimle belki ilk defa.evet söylenebilir birşeyler,söz ağızdan,elden belki çok düşünülse de hatalı çıkabilir veya sonuçlarına katlanılamayacak iken bi gazla sarfedilmiş olabilir.ama hal olduğu anda kaderdir,ne peşinden gidilir ne inkar edilir.sadece kainata hediye edilmiş önü ve ardı olmayan bi söz kütlesi olarak varlığını idame ettirir.öbür aleme bu alemden bi kayıttır sadece,bi kulun bi hali'nin kanıtı.sahibül nefs dışında kimseye yaramayan,ondan başkası için anlam taşımayan...

bi akşam vakti,oturur düşünürsün,bi tek dost kapımı çalmaz bari ses verse diye beklerken...bunca dost etiketli dosyam varken benim ömür kütüphanemde,bunca isim varken kalp duvarlarıma dua diye çalınan,yenilerin dosyalarına bile yerim var iken raflarımda ve eskilerin tozlanmasına asla müsade etmezken,nerde yanlış yapıyorum da yine hep yalnızlık yazılarında geçiyor dost kelimesi niyaz makamında.....

16 Ağustos 2008 Cumartesi

yeni bir sayfa





bembeyaz bir sayfa ver bana bu gece.kirlerinden arınmış,kurşun kalemin el lekeleri silinmiş.bembeyaz sayfa,geçmişe dair ne varsa üzerine rahmet perdeni örttüğün.bu gece,senin kapına gelen milyonlarla birlikte kapına doğru yürüyorum,garip ne getirebilir sana,ancak bi kağıt,ancak bomboş söylenmiş kelimeler,amel olmaktan uzak.kirli,paslı,yazıları birbirine bulaşmış,satır süsleri eskimiş.temizle diye,merhametinin milyarlara yettiği azametiyle,bana da bi parça lutfet diye.bana bembeyaz bi sayfa ver bu gece ne olur,ve ona kılavuzum olacak güzellikler yaz,yaz ki yolunu kaybetmiş bu garip,yazmayı bilmeyen çocuklar gibi üzerinden gitsin.

ey yerlerin ve göklerin sahibi ve ey karıncanın ayak sesine bile kulak veren,senin hoşlanmayacağını bildiğim bohçalarımı yine sana,senin kapına getirdim.çünkü başka kapı yok senden merhametli.affının sağanak sağanak yağdığı gece,benim kirlerime de düşsün istiyorum damlalarından bir katre,hem öyle düşsün ki benimle beraber kalbimin kapılarında sabahlayan tüm isimlerin kirlerini de yıkasın.yıkarsın biliyorum,çünkü sen bizi temizlemek için sebepler yaradansın.ama ben sadece temizlemeni istemiyorum ,kader denen bize verdiğin cüzi aklımızın yetemediği mucizeni yazdığın bu gece,bu kutlu gece,hakkımızda razı olacağın şeyleri yazmanı istiyorum.bu cahil, aklından geçen ama daha burnunun ucunu görmekten aciz kulunun isteklerini hayır perdenden süzüp kabul etmeni dileniyorum.herşeyden önce mesleğim adına istediklerim var,sonra ruh dünyam adına.ama hepsinin içinde,önünde,arkasında aynı dipnot."senin razı olacağın şekilde..."hem öyle ki razı olduğun sonuçlara da şükreden olmayı nasip eyle.

yalnızlık sana mahsus allahım,kimseyi yalnızlıkla imtihan etme,ama yalnızlığımıza hasret bırakacak kalabalıklar da verme bize.hayırlı dostluklar yaz defterimize,sevdiklerinden yol arkadaşları.senin rızan için yaşıyor olduğumuzu unutturmayacak,hatırlatacak dostlar,trafik lambası gibi uyaracak,el feneri gibi yolumuzu aydınlatacak,çünkü şu garip hayatta en çok ona ihtiyaç duyacağa benziyoruz.ve sahip olduklarımızı da rahmetinle muhafaza et,ayırma bizden.

senin adını başka ülkelerde de söyleme şerefini de nasip et bize,başka dillerde de dillendirmeyi duaları.sonra veren el olmayı nasip et,hem öyle ki verirken acaba diye düşünmeyen.olmayanı,kimsesizi,çaresizi gözeten olmayı nasip et.kalp kırmaktan ömür billah sana sığındım,sen yazma böyle bir günahı kaderime.

senin merhametine muhtacız elbet,merhametinin aynalarının kol gezdiği huzurlu aileler kurmayı nasip et,kapına gelmekten bıkmamış,ümit ve korku arasında sana koşan insanlarla dolu aileler,nesiller.

doğru yol tektir,şimdi türlü çizgilerle bölmeye çalıştıkları ,ve adına doğru dedikleri yollara sapmadan,hakka girmeden,haram yemeden,suizanlara sebep olmadan bir hayat yaşat bize.insanların bizden emin oldukları bir hayat yaşat ki taşıdığımız alt kimlikle dinini kirletmeyelim.

ve böyle uzayacak duaların listesinde herşeyden önemlisi defalarca çamura batıp defalarca çıkan cahil kullarınız biz.özür dileyip,pişman olup ilk fırsatta yine üstünü kirletecek şımarık çocuklarız.sevdiğin kullar olmayı nasip et ki kızsan da eteklerine gelelim yine ağlaya ağlaya.affedeceğinden emin olarak...

herkes sana getiriyor birşeyler bu gece,secdelerini,rukularını,
tekbirlerini,dualarını.benimki de bu,ibadetim de bu,bütün sermayem bukadarcık.kara bi kağıt,bikaç süslü söz.hepsini silmeni ve yeni bembeyaz bir sayfa vermeni umarak.çünkü sen merhametin sahibisin...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

en sonunda şifayı kaptım.başımı o koltuktan o koltuğa yaslayıp duruyorum dünden beri.hasta iken evde yalnız olmak da garip bi duyguymuş,bunu da tattık...

7 Ağustos 2008 Perşembe

kul'dan o'na


kalbimin kapılarında sabahlayan isme ve sabahladığım gecelere and olsun ki sen benimlesin rabbim.değil mi ki ben kalbimde isimler taşıyabiliyor,kapında bi hüzünle ağlayabiliyorum.değil mi ki dert dert diye inliyorum,terketmedin beni biliyorum.sevgi örterken her bir lekesini insanın,her bir hatayı gölgelerken acizane haliyle,senin sevişini tahayyül bile edemiyorum.senin sevdiğin olmayı diliyorum o vakit.tahayyül bile edemediğim sevişinin engin merhametine sığınmak istiyorum.bütün hatalarımı örtsün,bütün günahlarımı bana bile unutturarak affetsin diye.senin sevişine sığınmak istiyorum,dünyadaki tüm aşklardan daha çok merhamet vadeden,daha çok korunma sunan,daha tutarlı,daha karşılıklı,daha kendini koruma gereksinimi ihtiva etmeyen,daha güvenli...zerresini indirdiğin yeryüzünde,zerresinin zerresini aksettirdiğin kulunun kalbine bile sığamayan,tarifi mümkün olmayan kutlu duygunun aslına talip olmak istiyorum.senin tarafından sevilmeyi diliyorum ey rabb.zerresinin zerresi bile sevileni sarıp sarmalayan,koruyup kollayan,hataları aşkla sıvayan,yırtıkları sevgiyle yamayan,sevilenin peşi sıra dua dua dolanan o kutlu duygunun senden gelenine talip olmak istiyorum.senin kulun olarak,senin "sevdiğin" kul olmayı istiyorum.sevdiğin olmaya kabul et beni...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

kendime yalanlarım


kendime acıyorum,hala kendimi biyerlere sürüklemeye çalışmama acıyorum.bu benim tanıdığım ben olamam diyorum,olmamalıyım.içimde deli gibi dolmuş bi gözyaşı varken,bi anda onu kaybettiğime inanamıyorum.kalbim acıyor,ne sıkıştırır gibi ne bıçak saplanır gibi kayda değer..kalbim ağrıyor sadece benim için anlam ifade edecek keskinlikte ve sürekte.sabır çekiyorum,kimseler görmüyor,sabır çekiyorum günlere çektiğimi sanarak,kavgalara,seslere çektiğimi sanarak...kendime sabır çekiyorum,kendim bile bilmiyorum.her türlü terkedilmelerin gölgesinde,canım burnuma kadar yanarken,dışıma akmayıp içime yol bulan yaşlardan oluklar oluşturuyorum,kimselerin görmeyeceği oluklar.bana ihtiyacı olan kaç kimse var şu dünyada,benim ihtiyacım olan kaç kimse.yalanların dik alalarını söylerken kendim dahil her bir kimseye,kendine yalan söyleyen insanları eleştirerek felsefe yaptığımı sanıyorum.ben binlerce sessiz hakaret yağdırdığım bir günde,herşeyden herkesten çok kendime hakaretler ediyorum.bir kendime gücüm yetiyor çünkü.ölmek istiyorum rab izin vermiyor,konuşmak istiyorum onur kelepçeliyor.her yanımda sınırlar,her yanımda sınırsızlıklar.her yanım çaresiz bir kuyu.adıyaman türküsünü dinliyorum binlerce kez,99 yareme bir daha katma peşinde koşma gayretime acıyarak bakarken...

hayatta insan en çok kendiyle kavga edermiş meğer,en çok kendini yaralar ama en az kendinden özür dilermiş.en çok kendi kendini kanatır,en az kendi kendini sararmış.en büyük yalanları kendine söyler,yalan söylemediği yalanına da kendini bir güzel inandırırmış.kendi olmak puslu bir maceraymış...

25 Temmuz 2008 Cuma

yokluk




yine hayat hassas bir yerime dokundu,tuttu kollarımdan da beni en ücralarda saklamaya çalıştığım kırıklarıma,yaralarıma doğru yolculuğa çıkardı.anlık,belki de sadece birikimlerin vuruşu anlık.ama bi sahtelik var hayatımda birkaç gündür.bi sahtelik sözlerde,gülüşlerde,muhabbetlerde.ben bunaldım.bu yerden,tutunmaya çalıştıklarımdan,korkularımdan,dost sandıklarımdan.hayat dediğim koca bi yalan,ben yalanım,sevdalar yalan.hiçbir gerçeklik sanal dünyadan öteye geçecek değer taşımazken,her insan,her kare sadece bir film karesi gibi yaşanırken,ben nefes alamıyorsam bu sahte dünyada,iliştirilmiş gibi duruyorsam çizilmiş bi resme...hissettiğim bu duygu ne?hiçbir nesneyle kuramadığım derin bağı kendiyle de kurmayı başaramamış insan.giydiğim bütün kostümler çocukken kağıt bebeklere iliştirdiğimiz kağıt kıyafetler kadar eğreti duruyor üstümde.hayat eğreti duruyor benim üstümde...ben aslımı arıyorum,toprağımı arıyorum.rabb muhatab görmüş,imtihanın en ağırlarını yüklemiş sırtıma,şeref duyuyorum.lakin sırtımın kamburu dizlerime dayandı,başımı kaldıracak mecal kalmadı,etrafta hoşsohbet dost bulunmadı,hal hatır sormaya yaren kalmadı."yokluk"yaşıyorum ki varlık kıymet bulsun bigün bedende.yokluk ki acısı dolanıyor her bir zerremde.rabbim bu gönül senin tecelligahın iken,ve senin binlerce güzel tecellin de var iken,ben bir gün de o güzel isimlerini,sıfatlarını taşımak istiyorum haddim olmadan.verirsen lütfundur,vermesen de her hal için hamd olunur...

17 Temmuz 2008 Perşembe


hiç bir yere ait olamamak ne kadar garip bi duygudur bilir misin ey akasya ağacı.hiç bir toprağa tutunamamak,ve alıp başını da kaçamamak.köklerini söküp geldiğin bi diyardan,ruhen ve bedenen uzakta kalmak.ne toprağın,ne dünyanın malı olmak.arada kalmak.tıpkı çocukluk şarkımızdaki gibi aynı repliği mırıldanmak."arada kaldım.."susam sokağının meşhur şarkısı,kim derdi ki birgün hayatımınızın özeti olacak.sen bilir misin akasya ağacı,ne dediğimi anlayabilir misin,köklerinin tutunamadığı oldu mu hiç,tutunmakla tutunamamak arasında gidip geldin mi,nereye ait olduğunu bilemeyip ortalıkta avare gezdiğin oldu mu hiç.ya da tutunduğunu sandığın bir yerden koparılıp başka biyere tutundurulmaya çalışıldın mı.aidiyet duygusuyla sorunların oldu mu hiç senin,bunalıma girdin mi ey akasya ağacı,ben nereye aitim diye.anlatsam anlar mısın akasya ağacı,hissettiğim duyguyu anlar mısın,yoksa çok mu uzak sana bu haz'lar.evet haz dedim yanlış duymadın akasya ağacı.avareliğin,kimsesizliğin içinden çıkan,hiç bir yere ait olamamaktan çıkan ve tek e varan haz...hücre duvarlarına,sinapslarına kadar hissettin mi aidiyetsizliğini.sen ey ağaç,kökleriyle toprağın bağrında yol alan,tutunan,taşınamayan ve ait olduğu yerden koparılamayan...

sen ey akasya ağacı,dediğim şeyler hiç bilmediklerinken,hiç tatmadığın acılardan dem vururken ben,susup dinledin beni,anlamsız bakışlarınla.anlamadın biliyorum,anlayamazsın.her bir zerren tek bir topraktan gayrısını bilmezken,bir ömrü tutunarak geçirirken sen,beni anlayamazsın.keşke ağaç olsaydım demenin ne büyük marifet olduğunu,günahlarınla,sevaplarınla insan olmanın ne ağır olduğunu,dağların arzın kabul etmediği bu ağır yükü "şüphesiz ki insan çok cahildir" hitabına mazhar olarak aldığını bilemezsin.

cahil olmak,çaresiz olmak insan olmaktır demişti bir dost.değil mi ki cahil olan herşeyi bilene sığınır,çaresiz olan herşeye gücü yetene,rabbe...insanı rabbe sığındırtan hangi duygu,hangi acı kötü olabilir değil mi akasya ağacı...

14 Temmuz 2008 Pazartesi


KİMSE


itip beni
balıma dadanan bu çağı sevmedim



Gülten AKIN

13 Temmuz 2008 Pazar




rümüm evleniyor,ben 700 km e uzaktayım,nöbetteyim...

tükendim...






zaman,zaman dedik üstünü örter dertlerin
bir gün sonu da gelir elbet hasretliklerin
günleri günlere ekledik
bekledik
sabrettik
tükendik
kapımızı çalmaz oldu huzur
kapımızı terketmez oldu hüzün
sırtımızda ağırlığı yılların
sırtımızda ağırlığı yasların
günleri günlere ekledik
bekledik
sabrettik
tükendik...

9 Temmuz 2008 Çarşamba





BEN NEREYE GİDİYORUM

7 Temmuz 2008 Pazartesi


ANHEDONİ...
SUİCİDE EĞİLİMİ...
GEÇER HEPSİ...

yalnız yaşlanıyorum...

kimsesizliğimi çözer gibi dursa da,aramda uçurumlar var yalın olmamakla.yakın olmak sebep sanırken,ardına anlam yüklerken her hecenin,aslında bir o kadar uzağındasındır gerçeğin.sadece bilmek istediğini,duymak istediğini duyarsın.ve hala yalın olmamaktan olanca uzaksın.geceler karabasanlarla,yılanlarla bölünür,gündüzler evlere bacalara sığılmaz olur.kaçmak istersin gidecek yerinin olmadığı dünyadan.kaçmak sonunda varacak biyere doğru.santral sinir sisteminde en derin inhibisyonlarını uygularken bilincine,başka bölgelerini disinhibe edersin beyin kıvrımlarının.kalbinde bir güvercin çırpınır,kendini adam sanırsın.acıdan zevk alma duygusuyla yarışır bilumum isim konulmamış karmaşaların.ne yakın olmak ne uzak olmak işe yaramaz olur,ne yalın olmak ne kalabalık.hüzün zaten artık hayat perdenin daimi fonu.gülerken bile ağlamak olur gözlerinin kaderi.yaşlanırsın.yalnız yaşlanırsın.kimse şahit olmaz yaşlanmana."mutlu olmayı o kadar hakediyorsun ki"demek bi anlam ifade eder mi diye düşünür durursun.kurar kurar da yine kendinle avunursun.derin yalnızlığınla başbaşa kaldığında daha çok acı çekmekten başka işe yaramaz anlamsız kalabalıklar.hazırlan,gidiyoruz...seninle yeniden kendi yolculuğumuza çıkacağız.kalabalıklardan yorulduk artık,seninle başbaşa yalnızlıkla haşrolacağız.bir dahaki yalana kadar....

5 Temmuz 2008 Cumartesi

bir dostuma e-mektup...


bazen sadece yaşamak,bütün sermayen olur.olayların içine dalmak ve şu pis dünyada kirlere bulaşmak,düşmek,kalkmak velhasıl insan olmanın gereklerini yapmak...dışından seyretmekle olmaz bu hayat.sen kolay olanı seçiyosun aslında.dağın başında inzivaya çekilen dervişi oynamak kolay bu hayatta.hayatın dışında tekkeye gidip gelen muharrem olmak kolay.asıl hayata bulaşıp da,paranın,haramın içinde yaşayan muharrem olmak zor.ben ulusoya en son gittiğimde,işyerinden bahsettim biraz.helalle haramın çizgisinin kaybolduğu,herkesin kendine göre helaller belirlediğinden bahsettim.ve bana "aramıza hoşgeldin"dedi.işre dünya burası dedi.işte asıl imtihanın şimdi başlıyor.

cuma günü bir poliklinik yaptmışım,hastalardan ve kendimden nefret ettim.zaten o kadar kötü kalkmıştım ki sabah.hiç uyumamıştım.ve 130 poliklinik,20 kadar da acil baktım 5 e kadar.ve bunların çoğu hasta diildi.avazım çıktığı kadar bağırmak istedim o gün.bütün karneleri fırlatıp ağlamak istedim.söylediğim hiç bir sözü anlamayan insanlar karşımdayken,nasıl bir insan olmaya başladığımı kendi kendime seyrettim.kendimden nefret ettim.2 büklüm yapyaşlı bir amcayı,eşşeğim kaçıyo nolur yaz gideyim demesine rağmen giriş yaptırmamıştı.ve ben ona anlatamadığım için yazdım öylesine bi ilaç.sırası diildi,normalde sırası gelmeyeni almıyorum.eczaneye gitsin ordan nasıl olsa geri gelecek dedim.adam çıktı odadan....ve benim içimde kendime karşı duyduğum derin tiksinti.yaptığımdan utandım.yaptığımdan iğrendim.o yaşta zavallı bi adama yaptığımla çelişiyordu hayallerimdeki insan."ben ne yapıyorum" dedim....

hayat içine karışmadan,karşıdan konuşmakla olmuyor.karışmalısın hayata,canın yanmalı bizzat kendinle...işlediğin sevaplar kadar kutsal ise günahlara pişmanlıklar....yaşamalısın,sözlerden öteye geçip bakalım hal olacak mısın.işin edebiyetını yapmak çok kolaymış da kardeş,hal olmak herkese nasip olmazmış.sen dene bakalım ne olacaksın...bakalım ne kadar iyi insan olmak istiyoruz.bazen kötü insan olmak isteyenler hareketleriyle senden iyi olunca,hissettiğin çelişki canını burnuna kadar yaksın da insan olduğunu,imtihan olduğunu hisset.

aramıza bekliyoruz....
"Sen tevbe ettiğini sandın. Ama yaptığın tevbe değildi. Sen “Bunu nasıl yapabilirim?” diye hayıflandın. Kendine günahı yakıştıramadın. Tevbe etmenin ilk şartı günahın sorumluluğu almaktı ve bunun şartı bunu nasıl yapabilirim dememekti. "


"Günahın çirkin olmayan tek yönü ona yapılan tevbedir"

4 Temmuz 2008 Cuma

kalbim sudan




kalbim sudan bir uzuv sanki.eriyip gitmek üzere her ısı değişiminde.kalbim,hem su ama ağırlığı ağırlığımdan fazla.bedenimin ortasında hissettiğim derin,garip,ama tanıdık ve sevdik duygular bunlar.yaşam için sebep sanki.yoruldu kendisi.bi yanı kaçıp gitmek ister,bir yanı akıp erimek.kime ne.kalbimin halinden kime ne..suymuş,kuruymuş,varmış,acımış kime ne.yalnızmış,yıpranmış,susamış kime ne.değil mi ki şimdi kendi kendiyle.gözyaşına boğmak isterken kendini bir nöbet gecesinde,derdimden,kalbimden,gözümden,yaşımdan hastalara ne...

3 Temmuz 2008 Perşembe

kandil





garip bir huzurun,ve gözyaşıyla sulanmış bi günün gölgesinde bir kandile giriyorum.içimde binlerce hezeyana inat,sessizliğimi sadece o'nun bildiği zamanlarda çözmenin hicabıyla...sadece onun beni anlayabileceğini iliklerime kadar hissederek.yalnızlığın karaya bulanmaya başlamış hüznünde,sözcüklere sığınmak yetmezken artık,sadece hal'lere sığınabilirken,dilimden akamayan ama hal olan her halimde ondan başkasına yaslanamıyorum.yaslanamıyorum çünkü yanıbaşımda,her soluğumda o'ndan başkası yok.yorganımın altında saklamaya çalıştığım hıçkırıklarımı o'ndan başka duyanım yok.o'ndan da olanca uzağım ama o'ndan gayrım da yok.yok luğun tırnak uçlarımdan bile solunduğu vakitte,gecelerim gündüze kavuşmazken ve gündüzlerim gecelerimi aratmazken...'ne derdin var'adlı soruya ne cevap verebilir ki insan.anlatsa dahi ki diyelim anlatmayı başarabildi,hal'ini sözcüklere yaslayabildi-kim anlayabilir?

rabbim,karar verdim,benim imtihanım çok zor.sen bana hayatta en zor yükleri veriyor,benden de sabretmemi istiyorsun.rabbim eğer susmak sabretmekse,susuyorum.ama ağlamadan da edemiyorum.rabbim,zarar artık kalbime indi,elimi kolumu bağladı artık bu bitmeyen hüzün.sen bilensin.sen dayanamayacağım yükü vermezsin.ama belimi büktü yüklerim.ben senin kulun değil miyim allahım.hakkettim belki daha fazlasını ama tutar kaldırırsan bu senin lutfundur.artık bana merhamet etmeni diliyor ve dileniyorum.her halimi tek bilenim olarak,artık bana merhamet etmeni diliyor ve dileniyorum....

30 Haziran 2008 Pazartesi

insomnia





2 gündür gözümden uyku akmasına ve yorgun olmama rağmen bedenim benle çelişiyor.ve yataklarda dört dönüyorum.oysa ki mecburide yaz geceleri hiç bilmediğim kadar serin.yorgana sarılıp yatıyorum haziranda hala....ama gel gör ki uykularla barışamıyorum.ve çok dalıp gidiyorum gün boyu.yine subfebril depresyon mu kokluyorum içten içten.bilmiyorum.şu yazıyı yazarken bile dalmış gitmişim...mecburide yaz geceleri,çardakta çay ve muhabbet sefaları demek."sağlık ocağı sosyal tesisleri"nde saatler ilerlemiyor.uyku sahillerimin kenarısından bile geçmiyor.

28 Haziran 2008 Cumartesi

çile

kalabalıklar içinde yalnızım.en derin gülmelerim içimdeki hıçkıran sesi bastırmak için.içimde hiç durmadan ağlayan bi çocuk büyütüyorum,her yokluğa sızlayan,gördüğü her güzel şeyi kendinin sanan.karşısındaki herkesi kendi gibi zanneden,seven,güvenen,feda eden bi çocuk büyütüyorum.tıpkı yalnızlığı büyütür gibi,tıpkı derinliğime gömülür gibi,tıpkı kimsesizlikte çözülür gibi.o çocuğu besliyorum içimde.öyle bir yazı yazmak istiyorum ki hissettiğim acıyı anlatsın,bütün harfleri topluyorum,yettiremiyorum.zerresini bile kağıda arzedemiyorum.ve sadece ben biliyorum,resmedemiyorum.ağlıyorum,ağlıyorum dindiremiyorum.susuyorum susuyorum,söyleyemiyorum.tek tek dostlarımı yitiriyorum.tek tek.kimseler aramaz oluyor,kimseler halimi sormaz oluyor.ben bu kadarını haketmiyorum.rabbim nasıl zor imtihan,ben geçemiyorum.daraldıkça daralıyor nefes aldığım saha,daraldıkça daralıyor ömrümün çile yolu.ben daha henüz yola çıkan yolcu,içimdeki her hevesi tüketmiş,her dosttan kazık yemiş,her sevdiğinden uzak düşmüş kul,ben rabbin kendini bulması için kabz üstüne kabz verdiği garip kul.kendini şu ilçede,şu bölgede,şu ülkede,şu alemde yapayalnız hisseden kul.hangi dost sözü,hangi düşman nidası kandırabilir ki beni...

27 Haziran 2008 Cuma

mecburide zaman





sözler anlamını yitirdiğinde yazmaktan başka çare yoktur.bomboş gözlerle etrafa bakarken bir çift göz,aynı rüyayı göremediği insanlarla neye güldüğüne odaklanırken,ne mutsuz gözükürken ama ne de mutluyken yazmaktan başka çare yoktur.çünkü yazarken özgürdür sözcükler.karşıdaki yansımasının o anda bi anlamı yoktur.huzur,kaybettiğinde bulunmayan,huzursuzluk,her yanımı saran şey.bir dosta sarılmayalı kaç zaman oldu kimbilir,umursamadan bir dostun yanında serbest bırakmayalı gözyaşlarını.fütursuzca,nereye varacağını düşünmeden konuşmayalı ne çok zaman oldu.şimdi...yalnızlığın gecesinde,ağlamalarıma anlam katacak bi dert araken kendime..sesim aksedecek hiç bi ses bulamazken ve ben bu yalnızlıktan garip bi haz duyarken.acaba bu günler de bitecek mi diyorum.acaba şu baş bi omza değecek mi?ufukta bi huzur var mı benim için yazılmış defterde.

mecburide günler geçer,geçer de,kendiyle başbaşa kaldığında insan bocalar.kendiyle tanışmak ürkütür insanı.ve mecburide zaman hesaplaşmalarla,çabalarla,derin yalnızlıklarla geçer.geriye kalan yüzünün ortasına oturmuş hüzündür.onu bilenden başkasının göremeyeceği.....

21 Haziran 2008 Cumartesi

doğum günüm:)






"Ömrümün güzel çağı!
İçimdeki bin heves,
her güzelin ardından tükendi nefes nefes...!

Artık Sevdâ yolunda ne dilimde bir Dua
ne mızrabımda şevk var
ne sazımda eski ses,
her güzelin ardından tükendi nefes nefes...

Gençlik geldi geçti bir günlük süstü..
Nefsim doyamamaktan dünyaya küstü.."







kime ait olduğunu bulamadığım ama bugün halimi anlatan bir şiir bu yukardaki.
yıllar geçiyor,yaşlar ilerliyor,gençlik çağımız yavaş yavaş devrediyor.
hergün yeni şeyler öğrendiğimiz hayat çizgisi ikindi vaktine doğru meylediyor.
gözlerimizin altına yeni halkalar ekleniyor.yeni bir yaşa girmekten çok,eski yaşı devirmek anlamına geliyor 25 den sonraki doğum günleri.ve zaman ilerliyor,toprakla olan vuslata doğru akreple yelkovan yarışa giriyor.ben büyüyorum,ben ölüyorum...

18 Haziran 2008 Çarşamba

kahvaltısız



yalnızken en çok kahvaltı yapmak koyar adama.her öğün bi şekilde geçer,her gün bi şekilde akşama kavuşur da,kahvaltının yapılası kalmaz yalnızlıkta.çünkü o huzurlu bi ev tablosunun güne başlama simgesidir.çünkü o peynir ve zeytinden çok çok ötedir benim için.domatestir üzerine zeytinyağı gezdirilen,reçellerdir,ve en az 2 kişilik pişirilmiş bişeylerdir.en güzeli melemendir.tek bardak yakışmaz,eğreti durur kahvaltı sofrasında.anlamını yitirir onda teklik.o beraberliğin simgesidir,dostluğun bahanesi.ve yalnızken yeryüzünden silinen öğündür...

17 Haziran 2008 Salı

bavul ve uyku





yola çıkmak için hazırlıklar yapılır,kimbilir hangi yolculuğa bavullar hazırlanır.yola çıkmak bile gayret gerektirir bu dünyada.sen planlarının içinde kaybolurken,rab den içine konan o sıkıntının anlamını ararken,beklenen an gelir.yola çıkmak nasip gerektirir.ve o yollarda,dağlarda,denizlerde nasibin yoksa,adımlar geri gelir,bavullardaki eşyalar yerlerine yerleştirilir.ve yorgunluk,hayallerinde bile olsa yolculuk yapmanın yorgunluğu,derin uykularda dinlendirilir.derin uykularda,kimseyle paylaşılmayacak hülyaların tüllendirdiği derin uykularda...

15 Haziran 2008 Pazar

yine kaza yine facia




sakin bi cumartesi nöbeti mi demiştim en son:)sanmam...sabah 8 de yani nöbet teslim etmeme dakikalar kala,uykunun en tatlı yanında önce çalan telefon ve ardından telsizin anons sesi hiç iyi bişey olmayacağının habercisiydi.keza ölülerin de olduğu bi kazaya çıkış verildi.yataktan,odadan nasıl çıktığımı bilmeden,yüzümü bile yıkamayıp çorabımı bile giymeden çıkmışım meğer.ve kaza yeri.kan revan içinde yatan yaklaşık 15 kişi..ilk tespitte 3 ü ölmüş bile.biri henüz 10 yaşında babasının kafatası üzerine patlamış çocuğun.sadece 2 sini alabilirim.herkes beni alın diye bağırırken,ben sadece 2 kişiyi alabilirim ambulansıma.

dr luk karar verebilme sanatıdır demişti bir hocamız.gerçekten kitabe gibi bir söz olduğunu anlıyorum.dr.luk karar verebilme sanatı.allahtan uzaktaki bir minübüsten 2 kişi koşuyor yanımıza,nöbeti devralmaya gelen iki att(acil tıp teknikeri).ve bir kadın yaklaşıyor yanıma.dr hanım kadın doğum uzmanıyım ne yapabilirim diye.allahım mucizelerine sonsuz teşekkür ediyor,ve personelimi dr hanıma teslim edip,ellerine de acil çantasını bırakıp,seçtiğim(!)(rabbin seçtiği) 2 hastayı alıyorum.biri 13 yaşında baran isminde bir çocuk.diğeri hala kimliği tespit edilemeyen bir kadın.kadının durumu ciddi.kafa travması ve multipl kırıkları var.kırık olmayan biyer bulmakta zorlanıyoruz serum takmak için.baranın bacağı kırık ama çok ağrısı var.onu teselli etmeye çalışıyoruz az kaldı sabret diye.ve hastaneye varıyoruz....


baran şimdi ne halde,ismini ambulansta "ayşe" taktığımız teyze yaşıyor mu bilmiyorum.tek bildiğim olay yerinde bıraktığımız onlarca öğrenci.evet öss ye giden öğrencileri taşıyan bir minübüstü baranların arabasıyla çarpışan.sınavları da,hayalleri de yalan olmuştu.ya baran....annesi,babası,ve kardeşi olay yerinde ölmüş bir çocuktu o.hiçbişey sormadı.o kadar olgundu ki,sadece ayağım ağrıyor diyordu.

sonra diğer ambulansla hastaneye gelen öğrencilerden birine sorduk nereye gidiyordunuz,kaç kişiydiniz diye."hatırlamıyorum"dedi.şoka girmişti.

bir nöbetimiz de tarihe kayıt düşülebilecek hızla gelip geçti.bıraktıkları mı,kattıklarımı daha fazla karar veremiyorum.işim mi?karar verebilme sanatı:)

14 Haziran 2008 Cumartesi

bir cumartesi nöbeti

haftasonu nöbetlerini nedense pek sevmiyorum.gerçekten acil olmayan yığınla hastaya poliklinik açık olmadığı halde bakmak zorunda olmak(çünkü kavga sevmiyorum) canımı sıkıyor.ve reçeteye 2 şurup yazdığım çocuğun babası soruyor.bunları içecek mi?donuyorum.içimden "hayır çiçeğin dibine dökeceksin çocuk öyle iyileşecek" demek geçiyor ama etik değil.ama içimden diyorum ve kimse duymuyor.gerçi hasta gittikten sonra personelime diyorum o da ekliyor "daha güzel koku verir çiçekler" insanlar mı garip yoksa hasta olunca mı garipleşiyorlar karar veremedim.esprili günler yaşıyoruz işte.burda yemeğimizi de kendimiz yapıyoruz,ve ahçımız da yok.yani kısacası 112 personeli aynı zamanda ahçılık da yapıyor.bugün menüde saç kavurma var.

insan 3 günde bir nöbetçi olunca,(size garip gelse de nöbette saç kavurma falan yapmak,yemek)nöbeti zevkli hale getirmek gerekiyor.zevkli ve çekilir.çünkü ilerleyen saatlerde insanı ne gibi sürprizler beklediği belli olmuyor.bazen bi çıkış kocaman bi kaza ya da doğum,saatler sürebiliyor.112 yi seviyorum,çünkü hayat gibi,sürprizlerle dolu.bazen çok acı,bazen çok tatlı...

13 Haziran 2008 Cuma

çelişki





zamanlar ve zamansızlıklar ülkesinde vakit doldururken bi kimse,en çok "güven" arar ve ona ihtiyaç duyarmış meğer.ardını yaslayacağı bir insan bulmak ne kadar zormuş meğer şu dünyada.sevmek ve güvenmek aynı şeyler olmayabilirken,ve en sevdiklerin en güvenmediklerinle eş anlamlı hale gelmeye başlarken düştüğün çelişki kendinle..hayat bi çelişkinin tam ortasında kendine yaslanamamakmış.yaslanmak istediğinde kendini yerinde bulamamak.ve kendini bulamamak bulunmayan şeylerin içinde en acı olanmış.insan bi beni ararken yeryüzünde ve bir biri ararken,aradığından çok uzaklarda,buldum sandığı bavullar arasında kaybolurken en çok da kendine ağlarmış.büyüttüğü çelişkilerle yaşamak ama ulusoy'un deyimiyle günahına bile sahip çıkmaya çalışmak o halde yiğitliğin en hasıymış.yalnızlık en çok da yalnız olmadığını sandığın kalabalıkta hissettiğin derin yaraymış.kendine bile güvenemediğinde insan ve güvenecek kimseleri kalmadığında yanında,yanlış kıyılarda dolaştığını anladığında acı dile getirilmeyecek kadar kutsalmış.rabbi özlemek ama ona giden yollardan çook uzak yerlerde bulmak kendini,başladığı noktanın nerde olduğunu unutmak,kalbinde o'na dair bir titreşim bulamamak ve o'nu hatırlatan şeyleri de unutmak insanı darağacına asarmış...

10 Haziran 2008 Salı

ambulansta doğum





evet uzun bir nöbet olacağı belliydi zaten dünkü sıkıntımdan.ve doğum diye çıkış verince 112, başıma gelecekleri tahmin ediyordum.önce yarım saat kadar ıssız patika bir dağ yolundan bize tarif edilen köye yol almaya başladık.ne telsizin ne telefonun çekmediği,112 ile irtibatımızın kesildiği,bu karanlığın ardından bir yerleşim çıkar mı diye düşünerek giderken,ben her zamanki gibi bir grup insanın neden böyle uzak ve ıssız bir yerde yaşamayı tercih ettiğini düşünmekle meşguldüm.zaten vardığımızda gördüğüm topu topu 3-5 evden oluşan köycüktü.ve sancıları başlamış ilk gebeliği olan bi kadın...

ne mi oldu?tahmin etmek pek zor değil tabi ki.hastaneye yetiştirmeye çalışsak da ambulansla 140 la giderken nur topu gibi bi kızımız oldu.epizyo(kendisi ilk doğumda vajene yapılan kesi demek olur) da açtık hatta.başta korkutsa da bebişimiz bizi nefes almak konusunda şımarıklık yaparak,sonunda güldürdü.

ambulanstan ve doğumdan arta kalansa,üstümüze sıçrayan kanlar ve placenta parçaları,savrulurken üzerine oturduğum batikon,ve yorgunluk.saat gece 2 ye çeyrek kala yazıyorum bu yazıyı ve biz yeni döndük.yani hayat çok zor.ama hangimiz için daha zor bilemedim.o ambulansta 2 canın sorumluluğunu taşıyan bizler için mi yoksa nikahı bile yapılmamış,eşi şehir dışında çalışan ve kayınvalidesi tarafından gebelik aşıları bile yaptırılmaya sağlık ocağına gönderilmemiş kadın için mi...

yağmur

yağmur bana bişeyler fısıldıyor,yağmur bana uzun zamandır hissetmediğim diyarların kokusunu sunuyor.ben eriyorum yağmur üzerime yağsın istiyorum.saçlarımda dolaşsın yağmurun elleri,yüzüme vursun da kirlerini silsin takındığım sahte gülüşlerin.dudaklarıma değsin de yağmur ulvi sevdalara duyduğum susuzluğu dindirsin.yağmur beni aşkında eritsin.yağmur sevdasıyla kararsızlıklarımın üzerine perde çeksin.gölgesi var şimdilerde her yerde,fonumda yağmur şarkıları,dışarda yağmur kokusu,ve ekranımda yağmur resimleri.ağlayamamak mıdır beni yağmurlara iten.özenmek midir deli gibi yağışına,her varlığa varlık katışına.yalnızlığıma eş tuttum şimdi yağmurlu lafları.yağsın istiyorum,essin yüzüme yüzüme tokat gibi.bana kim olduğumu,nerde ne yapıyor olduğumu hatırlatsın.yağmur yüzümde gözyaşından oluşan oluğumda yol alsın.ve onunla beraber toprağa karışsın.yoruldum kavgalardan çünkü ben,yağmur bağırışların sesini bastırsın.yağmur avuçlarıma yağsın ve kokusu her yanımı sarsın..

yağan yağmurun sesini dinlerken bir nöbet ikindisinde,aklıma düştü o güzel insana yazılabilmiş en güzel şiir

..Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

...Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım


...Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim



nurullah genç



en sevdiğim dostum,gönlümün sultanı iffetimin doğum gününü kutluyorum.iyi ki doğdun iffetçim.ve iyi ki senin gibi birini tanıdım ben.çok uzaklarda olsak da mesafelere yenilmeyen dostluğumuzun ebedi olması dileğiyle...

polikliniğimin analizi




yağmurlu bir anadolu kasabası günü.pek yoğun sayılmazdı sabah polikliniğim.ama çoğu kadın.ve hep biryerleri ağrıyan kadınlar.bugün onlarca organının ağrıdığını söyleyen teyzeye ağrımayan biryerini bulursan sana on puan vercem dedim:)sonuç mu?bulamadı.

kadın olmak zor zanaat.içsel bunalımların organik yansımaları aslında bunlar.tıpta buna somatizasyon diyoruz.yani ruhi sıkıntılar dışarı çıkmak için böyle organik ağrılar,yakınmalar şeklinde cevaplar veriyor.kadın olmak gerçekten zor iş.kendini ifade edememek mi acep bütün bu yansıtmaların sebebi.ya da aileden,eşden yeterince sevgi görememek mi.bir kasabada kadın olmak daha bi zor.çünkü yaşam alanları o kadar kısıtlı ki.ama herşeyden zoru da onlara dr luk yapmak.günde baktığınız 100 hastanın 50 den fazlası böyle olunca,gerçekten ne yapacağınızı bilemiyorsunuz.

hayatta ne kolay ki..

9 Haziran 2008 Pazartesi




yarın nöbetçi olan bir dr için bugünün birçok anlamı vardır.bir kere içinde hep "başıma neler gelecek"tedirginliği taşır.o gün aslında tatil olmaktan çıkmaya başlar sonra.hele yoğun bir yerde çalışıyorsanız akşamdan kendinizi kurmaya başlarsınız.gerilmiyeceğim,sesimi yükseltmeyeceğim vs vs..insanla uğraşmak zor,hele hasta insanla uğraşmak çok zor.bi de kendi bildiği tedavi yöntemine seni ikna etmeye çalışan insanla uğraşmak daha bi zor.

göreve ilk başladığım günler başıma bi dr un belki bir yılda başına gelebilecek herşey gelmişti.genç bi ölüm,trafik kazası,ambulansta doğum,zehirlenme...şu sıralar hoşgeldin partim bitti galiba ki -maşallah diyelim- sakin geçiyor nöbetlerim.ama poliklinikler yoğun.ve bazen insanlara laf anlatamamak çok acı.

bu kadar yazdığıma göre yarın uzun bir nöbet mi olacak acep:(



bu aralar sabah kalkmakta sorunum var.güneşin doğuşlarına şahit olamıyorum.ve varlık sebebimi unutuyorum...

8 Haziran 2008 Pazar

yağmur yağar akasyalar ıslanır
ben yağmura deli buluta deli
bir büyük oyun bu yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli
Gülten Akın

Balkonu kullanıma açmak sanırım yazın geldiğini anlamanın en güzel yanıdır.balkonu kullanıma açtım:)ve gazetemle çayımı alıp kendimi güneşte ısıttım.işte bugünkü gazeteden seçtiğim bi yazı.




"...Bizden epey uzak diyarlarda bir köyde geçiyor olay. Ve bu köyde yaşayan bir yaşlı adamın hayata ve gelişmelere karşı tevekkül içindeki duruşundan bahsediyor. Fakir, lakin bilge bir yaşlı... Köyün, hatta ülkenin en muhteşem atına sahip bu yaşlı adam. Kral elçiler yollayıp çok büyük paralar teklif etmiş ihtiyara. Lakin 'hayır' demiş yaşlı adam; 'Bu at sıradan bir at değil benim için, bir dost. Hiç insan para-pul için dostunu satar mı?'
Köylüler garipsemiş ve içten içe böyle bir alışveriş yapmadığı için akılsızca davrandığını düşünmüşler. Ve günlerden bir gün at ortalıktan kaybolmuş. Tüm köylü atı kralın adamlarının çaldığını düşünmüş. Ve 'Ey bunak, böyle olacağı; bu atı sana bırakmayacakları belliydi. Onu satsaydın şimdi ülkenin en zengin insanlarından biriydin. Ama şimdi hem beş parasız, hem de atsız kaldın!'
Lakin büyük bir tevekkül ile karşılamış tüm bunları yaşlı bilge. "Karar vermek için acele etmeyin." demiş."Sadece 'at kayıp' deyin, çünkü gerçek bu."
Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."
Cevabı yine aynı olmuş babalığın; "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz." Ve devam etmiş: "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz."
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın." demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz." diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek olan bu... Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." Yaşlı bilge, "Siz erken karar vermeye devam edin." demiş, "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Anayasa Mahkemesi bir siyasi parti gibi davrandı, gerçek olan şimdilik bu!
NEDİM HAZAR
ZAMAN