11 Aralık 2008 Perşembe

istanbula özlemim arattırdı,bulduklarım...


İnanıyorum ki,

İstanbul’a ya bir şeylerden kaçarak varılır

ya da gün gelir ondan

kaçılır.

Elif Şafak



İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

Bedri Rahmi Eyüboğlu


Evin içinde bir oda, odada İstanbul..
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul..
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı..
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul..
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm..
Çekmeye başladı, oltada İstanbul..
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir ??
Şişede İstanbul, masada İstanbul..
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık !!
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul..
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım..
Nereye gidersen git, orada İstanbul..

ümit yaşar oğuzcan


yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü
kavim göçlerinden bu yana ağlayan
ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında
ezgiler çalan, çaldıran, yakalatan
adı bende gizli bir kadındı istanbul..

yılmaz erdoğan


ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaranlarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine İstanbulsan
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbulsan
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbulsan
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylülünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık

Attila İlhan



boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bekle bizi
büyük ve sakin süleymaniyenle bekle
parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
mavi denizlerine yaslanmış
beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
ve bir kuruşa yenihayat satan
tophanenin karanlık sokaklarında
koyunkoyuna yatan
kirli çocuklarınla bekle bizi
bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
bekle dinamiti tarihin
bekle yumruklarımız
haramilerin saltanıtını yıksın
bekle o günler gelsin istanbul bekle
sen bize lâyıksın...

vedat türkali



“Bir kez yağmur yağmaya görsün bu şehirde Bir rüzgar esmeye görsün sokaklarından İstanbul

Gönül ufuklarımızda alvler tutuşur

Süt beyaz sevgilerimizden iri güller açar

Tutup üç milyar insanın burunlarından gezdiriyoruz

Bir kez yağmur yağmaya görsün bu şehirde

-Şimşekler çakıyoruz-

İstiklal Caddesinde neon lambaları yanar

Neon lambalarındaki renkleri çaldık bir gece

Sazımıza takıp gerdik ebemkuşağına inat

Kırk gün kır gece şarkılar besteledik bayram havalarından

Kırk gün kır gece Galata köprüsünden geçtik

Bitiremedik

Şarap yüklü gemiler geçer denizlerinden

Sarhoş direkleri usul usul gökyüzünü yırtar

Şangur şungur yıldızlar boşalır üstümüze

Çıngıraklar çalar beş duyunuzun peşinde çıngıraklar

Seferber olur tekmil duygularımız

Çıldırırdık...

Hele gecelerin yok mu?İstanbul’um gecelerin

Bir pelerin gibi sırtımıza alıp karanlıkları

Ak köpüklü atlarına binip masmavi boğazın

Dudaklarımızda sevda türküleri

Cümbüşlü kıyılarında eriyip kaybolduğumuz

Bir rüyadan uyanırcasına yorgun düşüyoruz

Gözlerimiz çapak çapak mutluluktan

Meğersem sabah olmuş İstanbul’um gündüz olmuş

Sımsıcak güneşin öper alınlarımızdan

Kıyısıya yaşamaların en güzelini sende tattık

Delinmiş bir kez ömür tasımız varsın delinsin

Bir aynalardır kalleş çıkan dostluğumuza neylersin

Aynalar aynalar alıp başınızı gitseniz

X

Sofular gibiydik camilerinde İstanbul

En iri tesbihler bizim parmaklarımızda şakırdardı

Tanrıya en yakın bir yerde bizdik diz çöken

Oysa yine bizdik en son çıkan meyhanelerden

Avuçlarımızda avuçlarımızla kaynaşır kadehler

Bir türlü bırakamazdık

Isındıkça ısınır dudaklarımız ellerimiz-ayaklarımız

Geceyle gündüz arasında ezilen bir tarafımız vardı

Anlayamazdık

Adınla başlar en güzel öyküleri anılarımızın

Adınla tatlanır dilimiz

İstanbul

Meyhane meyhane cami cami sevdiğimiz

X

Altın kulelerini birbirine ekledik bir gece

Üstüne çıkıp soluk soluğa kaldığımız

İpekli bir atkıymış gibi bulutlarını

Boynumuza doladığımız

Seni bir kuş bakışında bir daha bir daha seviyoruz

İri bir göz gibisin kara mı kara sürmeli

Akında zenginler oturmuş karanda biz

Ne çıkar ne çıkar İstanbul’um

Gözbebeklerindeyiz.

Bir beşinci mevsimi aratmaz mevsimlerin

Mevsimler ki cömerttir avuçları

Mevsimler ki dört kız kardeşe benzerler bildiğimiz

Mevsimler ki tutup birer birer gögüslerinden emdiğimiz

X

Beynimizi tüketmiştik işin kötüsü

Beynimizi çoktan tüketmiştik

Kafatasımızın boşluğunda şehirler koşuyordu

Şehirler arasında İstanbul koşuyordu

İstanbul’a karşı Paris

İstanbul’a karşı Newyork

İstanbul’a karşı Lizbon, Roma, Şanghay

Bütün servetimizi İstanbul’a yatırmıştık umutluyduk

Bire karşı on

On’a karşı yüz

Yüz’e karşı hayatımızı koyuyorduk

Taş kesilmiş göz bebeklerimiz oyuklarında

Taş kesilmiş ellerimiz-ayaklarımız

Kalbimiz birer saatli bombaymış gibi koltuğumuzun altında

İstanbul için yazılmış bütün şiirleri okuyorduk

Yorgunduk yoksulduk açtık

Eğer bu yağmur olmasaydı eğer bu rüzgar olmasaydı

Eğer bu geceler olmasaydı

Sen olmasaydın eğer İstanbul

Bir koç gibi toslayan zamanı avuçlarımızla durdururduk

Güneş lambasını yakıyordu ufukta

Bir de bakıyoruz en önde İstanbul

Biz kazanıyorduk

X

Aradan aylar geçti İstanbul’um yıllar geçti

Biz bildiğin çocuklar değiliz artık bak

Yine o yağmurlu günlerini özlüyoruz arıyoruz

Ki farkedilmesin gözyaşlarımız yanaklarımızda

Ağlıyoruz....”

Ayhan KIRDAR

1 yorum:

İzDüŞümLeR dedi ki...

O zaman,İstanbul'dan sevgilerle :))